DİKENLİ FİDAN MASALI
Ahmet dede koltuğunda oturmuş dinlenirken, dışarıdan torunlarının konuşmalarını duydu. Torunları oyun oynuyorlar, fakat en küçük torun oturduğu yerde ağlıyor, diğerleri ise ona aldırış etmeden oyunlarına devam ediyordu. Çünkü onun boyu diğerlerine göre çok kısaydı. Torunlar bir müddet sonra sıkılıp içeri gelince Ahmet dede ‘Gelin çocuklar hem dinlenin, hem de size anlatacaklarımı dinleyin’ dedi. Torunlar bu fırsatı kaçırır mı? Hemen oturuverdiler ve Ahmet dede başladı anlatmaya.
Evvel zaman içinde çok eski
zamanlarda, Krala çiçek götüren, içerisinde binbir çeşit fidanın olduğu at
arabası yoluna devam ederken, tekerine denk gelen büyük bir taşla dengesi
kaybolmuş ve bir fidan at arabasından yere düşmüş. Düşmenin etkisiyle savrulan
minik fidan otluk alanın içerisine doğru savrulup gitmiş. Fidan, kendisine ne
olduğunu anlayamadan kendisini otluk alanın içinde bulmuş. Onu kaldırabilecek
hiç kimse yokmuş. Diğer çiçekler meraklı meraklı, davetsiz misafirlerine bakıyorlarmış.
Fidan çaresiz yerde yatıyormuş. Yardım edecek etrafta hiç kimsecikler yokmuş.
Eğer birisi onu bir yere dikmezse solup gidecekti, çaresiz beklemeye başlamış.
Tam ümidini kaybetmişken sert esen bir rüzgar onu ayağa kaldırmış, durumu fırsata
çeviren fidan, var gücüyle köklerini hemen yere batırmış. Gece yağışlı ve
rüzgarlı geçmiş fakat sabah olunca güneş olanca güzelliği ve sıcaklığıyla
ormanı uyandırmış. Minik Fidan artık yeni hayatına alışmak için yanında bulunan
diğer çiçeklere ve ağaçlara seslenmiş. Fakat hiç tanımadıkları bu bitkiyle hiç
kimse konuşmak istememiş. Diğer tüm bitkiler hem sayıca çok, hem de önceden
beridir birbirlerini tanırlarmış. Minik fidan ise kendisi ile ilgilenilmemesine
çok üzülse de, hala yaşadığı için kendisini şanslı hissediyormuş.
Minik Fidan kendisini çok uzaklardan ısıtan güneşe,
gün içinde gölgelik yapacak ulu ağaçlara, altında onu sımsıkı tutan toprağa ve
ormanda şarkılar söyleyerek uçan kuşlara gülümseyerek bakıyormuş. Yeni hayatına
yavaş yavaş alışan Minik Fidan, birkaç gün sonra yanındaki diğer çiçeklerin
kendisiyle ilgili konuştuklarını duymuş. Diğer çiçekler minik fidana bakıp
yaprakları olmadığını, dikenlerinin çok kötü gözüktüğünü, kendilerinin ise çok
güzel çiçekler olduğunu, arıların bile kendilerine geldiklerini, ona
gitmediklerini konuşuyorlarmış. Minik
fidan bunları duyunca bir bakmış ki, gerçekten dikenleri olan, yapraksız bir
çiçekmiş. Ama ‘böyle çiçek olmaz ki’ demiş kendi kendine. Halbuki yolculuğa
çıkmadan önce diğer fidanların yanında herkes ona hayranlıkla bakarmış. O kadar
üzülmüş ki çok az esen bir yelle, kökleri yerden çıkıp düşecek gibi olmuş.
Karar vermiş, bir daha dikenlerine bakmayacak, onları görmezden gelecekmiş.
Gece gündüz bol bol nefes alıyor, toprakta ne kadar su varsa içip biran önce
büyümek istiyormuş. Kendi kendine ‘çiçek değilsem bile hemen büyüyüp belki bir
ağaç olurum’ diye geçiriyormuş. Günler günleri kovalamış, minik fidanın dikenlerinin arasından ilk yaprakları başvermeye başlamış. Ertesi gün ise ilk
yaprağı açınca mutluluktan şarkılar söylüyormuş. Fakat yine de yanındaki
çiçekler oralı bile olmamışlar. Minik fidan umursamadan şarkılarına devam
etmiş. Ama hala dikenlerine bakamıyormuş. Aynı günün gecesin de, çevresindeki
çiçekleri seyretmekten ötürü çok geç yatınca, sabah güneşin doğuşunu kaçırmış,
minik fidan. Bu sefer onu uyandıran güneş ışıkları değil, diğer çiçeklerin
hayran hayran bakıp ona seslenmeleri olmuş. Yakınındaki bir çiçek en tepesinde,
kızıldan da kızıl açan tomurcuğuna bakıp ‘Hey sen bir çiçekmişsin’ demiş. Fidan
kendine baktığında açmaya başlayan tomurcuğundan gelen kokuları içine çekmiş ve
kırmızı yapraklarını kendi de görmüş. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiş. Hem
ilk kez birisi onunla konuşuyor hemde kendisini bir çiçek gibi hissediyormuş.
Yanındaki çiçek ‘Sen ne çiçeğisin söyle bakalım senden daha önce hiç görmedik,
adın ne bakalım senin’ demiş. Minik fidan düşünmüş, düşünmüş ve ‘benim adım GÜL’
demiş. Bu sırada tomurcuğu iyice açılmış. Tomurcuk açıldıkça çıkan koku tüm
ormanı sarmış. Arılar, kelebekler ona dokunmak için yarışıyor, Ağaçlar çiçekler
onun kokusunu almak için nefes alıyor, güneş bile sanki sadece onu ısıtmak için
parlıyormuş. İsmi kulaktan kulağa, kokusu diyardan diyara yayılmış. Gül tüm
canlılarla dost olmuş. Yerde ki minicik otlarla, kocaman kocaman ağaçlarla,
uçan kuşlar kelebekler ve arılarla, kısacası tüm canlılarla dost olmuş.
Ahmet dede hikaye yi bitirdiğin de, en küçük torunla oynamak için diğer torunlar sıraya girmiş. Ahmet dede bir Gül’ ü daha kazanmanın mutluluğuyla torunlarını seyre dalmış.
Yorumlar
Yorum Gönder